Dil Seçin

Turkish

Down Icon

Ülke Seçin

Turkey

Down Icon

Futbolda Suudileşme modeli: Yetiştirmek yerine harcamak

Futbolda Suudileşme modeli: Yetiştirmek yerine harcamak

Ülke futbolunda bir transfer dönemi daha oldukça hareketli geçiyor. Özellikle üç büyük kulübün Avrupa standartlarını dahi aşan harcamaları yalnızca Türkiye’de değil, yurt dışında da gündem yaratıyor. Yaşlı kıtada Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş’ın yaptığı transferler üzerine makaleler yazılıyor, sosyal medyada bazı taraftarlar Türk kulüplerinin piyasayı “kırdığını” dile getiriyor.

Beşiktaş’ın Konferans Ligi ön elemesindeki rakibi İrlanda ekibi St. Patrick’s’in teknik direktörü Stephen Kenny’nin Irish Times’a verdiği röportajda, “Üç büyüklere iktidarın yıllık 20 milyon avro katkıda bulunduğu” iddiası bu tartışmaların ne kadar geniş bir yankı bulduğunu gösteriyor.

Bu söylemler aslında bize yabancı değil. İki yıl önce Suudi Arabistan kulüpleri futbola milyarlarca dolar akıtarak piyasayı kasıp kavurduklarında da benzer ifadeler dile getiriliyordu. Kraliyet yönetimi, modernleşme vizyonunun bir parçası olarak futbola ciddi bir kaynak ayırmış ve dünyanın önemli yıldızlarını Suudi Arabistan’a çekmişti. Bu tablo, insan hakları sicili oldukça sorunlu olan bir ülkenin spor aracılığıyla imajını parlatma çabası, yani açık bir sportswashing örneği olarak kayda geçmişti.

Ancak Suudi Arabistan’ın bunu yapacak sınırsız kaynağı bulunuyor. Türkiye’deki kulüplerin durumu ise tam tersi. Bugün üç büyüklerin borcunu hepiniz biliyorsunuz. Bu borç yüküne rağmen yapılan pahalı transferlerin mümkün olabilmesi, ekonomik olarak bu kulüplerin arkasında duran düzenin varlığına işaret ediyor.

Tıpkı Suudi Arabistan’da olduğu gibi Türkiye’de de devlet, kulüplere kamu kaynakları üzerinden önemli ekonomik olanaklar yaratıyor. Bazen Ziraat Bankası’nın açtığı kredi paketleri, bazen Türk Hava Yolları ya da Turkcell gibi kamu kontrolündeki dev şirketlerin sponsorluğu, bazen de vergi borçlarının yeniden yapılandırılmasıyla kulüplerin önü açılıyor. Hatta kimi zaman TOKİ üzerinden yapılan inşaat projeleri, stadyum gelirleri ya da belediye arazileriyle kulüplerin kasası doluyor. Kısacası kamu kaynakları, doğrudan veya dolaylı şekilde “üç büyükler” için adeta sınırsız bir kredi kartı gibi işlev görüyor.

Son transfer döneminde yaşananlar bu tabloyu daha da görünür hale getirdi.Oysa modern futbolun sürdürülebilir örnekleri, kulüplerin mali disiplinle birlikte altyapıya yatırım yaparak başarı elde ettiklerini gösteriyor. Ajax, Benfica ya da Borussia Dortmund gibi kulüpler, yetiştirdikleri gençleri yüksek bedellerle Avrupa’nın devlerine satıp hem kasalarını dolduruyor hem de rekabetçi kalabiliyor. Türkiye’de ise tam tersi bir tablo söz konusu: Altyapıdan oyuncu çıkarmak yerine hazır futbolcuya para harcama eğilimi giderek artıyor. 2000’lerin başında dünyaya Tuncay Şanlı, Arda Turan, Nihat Kahveci gibi isimler sunan Türk futbolu bugün Avrupa’ya birkaç istisna dışında oyuncu ihraç edemiyor. Hatta mevcut yerli oyuncular kendi ligimizin bile kalitesini alta çekecek nitelikte.

“Suudileşme modeli” diyebileceğimiz bu anlayış, yalnızca transfer politikalarını değil, kulüplerin yönetim kültürünü de şekillendiriyor. Yönetimlerin asli sorumluluğu olan mali disiplin, taraftarın gözüne hoş gelecek yıldız transferlerinin gölgesinde kalıyor. Futbol sahada oynanan bir oyundan ziyade, siyasi iktidarın da desteklediği bir vitrin şovuna dönüşüyor. Gelirleri giderlerini karşılamayan, borçlarını ödeyemeyen ama her yaz dönemi yeni bir transfer çılgınlığına giren bir futbol ekonomisinin geleceği ise kaçınılmaz olarak kırılgan.

Kısacası Türkiye futbolunun temel sorunu artık yalnızca sahadaki başarısızlık değil, kulüplerin yönetim biçiminden beslenen yapısal bir çürüme. Yetiştirmek yerine harcamak üzerine kurulu bu düzen, günü kurtarsa da yarını kaybettiriyor.

BirGün

BirGün

Benzer Haberler

Tüm Haberler
Animated ArrowAnimated ArrowAnimated Arrow